iLahiyat Forummum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
EN SON PAYLAŞILAN KONULAR
Konu Yazan GöndermeTarihi
Perş. Ekim 11, 2012 2:53 pm
Çarş. Ağus. 03, 2011 5:22 am
Paz Tem. 31, 2011 5:04 am
C.tesi Tem. 30, 2011 11:57 pm
Çarş. Şub. 02, 2011 5:45 pm
Ptsi Nis. 13, 2009 10:40 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:34 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:21 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:11 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:03 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:59 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:30 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:27 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:25 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:23 am

 

 Dinin Doğuşu Hakkındaki Görüşler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
cüdaa
Yeni Üye
Yeni Üye
cüdaa


Mesaj Sayısı : 32
Kayıt tarihi : 07/02/09

Dinin Doğuşu Hakkındaki Görüşler Empty
MesajKonu: Dinin Doğuşu Hakkındaki Görüşler   Dinin Doğuşu Hakkındaki Görüşler EmptyCuma Mart 27, 2009 1:25 pm

Dinler Tarihi'nin en fazla üzerinde durduğu konulardan biri de dinin doğuşu meselesidir. Dinin kaynağı, bir başka ifade ile dinin doğuşu, nasıl başladığı, hangi etkenlerin bunda etkili olduğu vb. konular ilk elden ve öncelikle ancak mukaddes kitaplardan öğrenilebilir. Kutsal kitaplar dışında bu konuyu ilmî olarak araştırmak ve bilgi edinmek imkânı oldukça sınırlıdır. Çünkü bu meselede tatmin edici belgelere ne yazık ki malik değiliz. Bilgimiz, insanın bulunduğu her yerde dinin de mevcut olduğu noktasında toplanmaktadır.
Din insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinde bile onların hayatlarını bir bütün olarak kuşatmış bir gerçektir. Bu bakımdan insan hayatı da, insanlık tarihi de ancak dinin anlaşılması ölçüsünde vuzuha kavuşabilir.
İnsanla beraber var olmuş, onunla varlığını sürdüren din, tarihi dönemlerde de, tarih öncesi devrelerde de kendisinden vazgeçilmesi mümkün olmayan bir müessese konumunu günümüzde de korumaktadır. Dinin doğuşu problemiyle din bilimleri meşgul olduğu kadar, sosyal bilimlerin diğer kolları da ilgilenmiştir.
Dinin kaynağı hakkında çok çeşitli görüşlerin ortaya atılması ve canlı bir tartışma zemininin açılması daha çok XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Darwin (1809-1882)'in Türlerin Kaynağı adlı eseriyle başlamıştır denilebilir. O'nun Evrim Nazariyesi'nden etkilenerek dinin kaynağı hakkında ileri sürülen görüşleri, materyalist ve pozitivist propaganda ile gelişerek Auguste Comte (1798-1857) ve Ludwih Buchuer (1750-1806) aracılığı ile en üst düzeye ulaşmıştır.
Şu noktayı özellikle vurgulamalıyız ki, dinin doğuşu hakkında en sağlam bilgiler ancak kutsal kitaplardan elde edilebilir. Onların bu konuda verdikleri bilgilerin temeli insana, özellikle de insanı yaratan Allah'a bağlanmaktadır. Kutsal kitapların bu bilgilendirmesini paylaşan Aydınlanma Devri düşünürlerinin çoğu da çeşitli dinlerin kaynağını, insanlığın ilk dini (tevhid) olduğunu vurgulamışlardır.
Dinin doğuşu hakkında ileri sürülen teoriler iki ana noktada toplanabilir:
1- Tekâmülcü teoriler,
2- Tarih metodu kullanan teoriler.
Tekâmülcü teoriyi savunanlara göre kâinatta her şey basitten mürekkebe doğru bir istikamet sergilemektedir. XIX. yüzyılda oldukça taraftar bulan bu nazariye, içinde bulunduğumuz yüzyılda geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir. (1)
Tarih metodunu esas alan teori ise dinin doğuşunu, tarihi seyri içinde ele almakta ve tekâmül fikrine karşı çıkarak tesbitini kendi hudutları çerçevesinde ortaya koymaktadır. Bu nazariye, gerektiğinde belli bir milletin dini içinde kaynak tesbitine giderek her dini başlı başına incelemektedir. Dinin doğuşu hakkındaki teoriler şunlardır:
1- Sosyolojik Görüş
Toplumsal olayları vasıflayıcı bir açıdan ele alan sosyolojiye göre cemiyette meydana gelen olaylar tespit edilmiş olsun veya olmasın fert üzerinde bir dış baskı yapar. Bir başka açıdan sosyoloji insanın gelişme, çalışma ve yeni şeyler keşfetme yönlerini kuşatan bir disiplin olarak düşünülebilir. Adam Ferguson (1728-1792) ve August Comte (1798-1857) bu görüştedirler. Max Weber (1874-1920)'e göre sosyoloji beşerî hareketler ilmidir.
Dinin doğuşu konusunu priori yollarla incelemenin faydalı olmayacağını savunan sosyoloji bu meselede gerçeği bulmak için önce ilkel kabilelerin durumunu incelemekte, sonra da bu kavimlerin kültür hayatlarını tasnif ederek onları tiplere ayırmaktadır. Genellikle bu metoda tarihi kültür araştırmaları metodu adı verilmektedir.(2) Din bütün toplumlara yaygın bir kurumdur. Din ve toplum arasında her tür ilişki bütün toplumlarda en üst düzeyde algılanmıştır. (3)
2- Geriye Doğru Araştırma Metodu
Eski adıyla Tetabbuat-ı Riciyye denilen ve bugün Geriye Doğru Araştırma adı verilen bu metodla dinin doğuşunu araştıran bilginlere göre insanlık, tarih öncesi çağlarda ilkel bir vahşet devri yaşamıştır. Bu varsayımdan yola çıkanlar, ruhlara tapanlara animist, bazı eşyaya tapanlara fetişist, bir takım hayvanlara tapanlara totemist, putlara tapanlara paganist adını vermişlerdir. Bu metodun temeli dini şekilleri, tekâmül aşamalarından arındırarak onları ilkel haline döndürmek suretiyle açıklamaya dayanmaktadır. Buna göre her din, kendisinden önceki dinin tekâmülü sonucu doğmuş gibi kabul edilecektir. Halbuki insanlığın ilkel dönemlerde mutlak bir vahşet devri yaşadığı varsayımı ilmî hiçbir esasa dayanmadığı gibi ilâhî kitaplara da, etnolojiye de filolojiye de dayanmamaktadır. (4)
3- Dini İnkâr Edenlerin Görüşü
Dini ve dince mukaddes sayılan kavramları inkâr edenlere tarihin her döneminde rastlamak mümkündür. Onlara göre din, hırs, hile ve entrika sonucu uydurulmuş, aslı esası olmayan bir sistem ve medeniyetin gelişmesiyle insana yüklenmiş bir yüktür. Dini ve dinî duyguları temelinden inkâr edenler için dinin doğuşu gibi bir meselenin varlığını (5) düşünmek imkânsızdır. Bu düşüncede olanlara göre iki iddia göze çarpmaktadır:
1- İnsanlar içinde ilkel hali biraz geçmiş olan maddi medeniyetin öncelikle meydana gelmesi, sonra dinî hislerin ortaya çıkması,
2- Mitoloji ve dinlerin yüzyıllar boyu dinsiz yaşayabilmiş olan ilkel insanlar üzerinde otorite kurabilmek için ruhanî başkanlar tarafından meydana getirilmiş olması. (6)
Günümüz sosyoloji, arkeoloji ve kültür tarihi araştırıcıları bu iki iddianın geçersizliğini çeşitli verilerle ortaya koymuşlardır. Çünkü günümüzden binlerce yıl önce yaşamış bazı toplumlarda elde edilen bulgular bu idiaların varit olmadığını göstermiştir.-
4- Hristiyan Bilginlerinin Görüşü
Dinin doğuşu hakkında batı dünyasında tutarsız ve birbirini nakzeden birtakım görüşlerin mevcut olduğu bilinmektedir. Genel bir tesbit yapmak gerekirse Hristiyan bilginlerinin çoğunun dinin doğuşunu vahiy ve ilham olarak açıkladıkları görülecektir.
Dinin doğuşu konusunda kabul edilen bu vahiy ve ilham nazariyesini büyük ölçüde Tevrat'a dayandıran Hristiyan bilginleri, insanların Allah'ı ve dini tanımalarında aklın değil mücerred vahyin ve ilhamın daha önemli olduğu görüşündedirler.
Tarihi araştırma metoduyla dinin doğuşunu tesbite çalışan Andrew Lang (1844-1912), insan zihnindeki "sebeblilik" prensibinden hareketle Allah'ın dinlerin temeli olduğu sonucuna varmıştır.
Tarihi kültür metoduyla dinin doğuşunu araştıran Wilhelm Schmidt (1868-1954) gerçeğe varmak için önce ilkel toplulukları tesbit etmiş, sonra da onların kültür hayatlarını tasnifle tipler arası yakınlık derecesinden bir sonuç çıkarmaya çalışmıştır.
Batıda Dinler Tarihi sahasında çalışma yapanlara öncülük eden Max Müller (1823-1900) dinin doğuşunu insan ruhunun bir fonksiyonu, bir özelliği olarak açıklamıştır. Bir yandan vahiy nazariyesiyle İslâm'a yaklaşan hristiyan kelâmcıları, öte yandan ilhama yönelmek suretiyle de İslâm'dan uzaklaşmışlardır.
Dinin doğuşunu genellikle tekâmül nazariyesine dayanarak açıklamaya çalışan batılı bilginler konuyu üç ana noktada ele almışlardır:
1- Müşahhas idrakler ve hayaller devri,
2- Ahlâk ve kavramlar devri,
3- En yüksek mefhumlar devri. (7)
Antropolog Edward Börnette Tylor, 1871'de yayınladığı Primiti ve Cultare (İlkel Kültür) adlı eserinde dinin doğuşunun "animizm" olduğunu, atalara tapınma, fetişizm ve büyü gibi inançların da bundan doğduğunu ileri sürmüştür. İngiliz filozofu Herbert Spencer (1820-1903) dinlerin kaynağının korku sonucu atalara tapınma olduğunu ileri sürmüştür. J.G. Frazer de aynı görüşü paylaşır.
Sosyolog Emile Durkheim, (1858-1917) Dini Hayatın İptidai Şekilleri adlı kitabında (1912) dinin doğuşunu sosyolojik bir temele dayandırarak açıklamaya çalışır. O'na göre dinin temeli "kutsal"dır ve içtimaî müeyyideye dayanır.
Dinin doğuşu hakkındaki bütün bu nazariyelerle birlikte konuyu Yüce Tanrı inancına bağlayan bir tez de mevcuttur. Andrew Lang (1844-1912) yayınladığı Dinin Oluşumu adlı eseriyle (1898) Güneydoğu Avustralya ilkel kabilelerinde "animizm"e rastlanmadığını, aksine insanları denetleyen Yüce Tanrı kavramına rastlandığını açıklayarak, dinin ilk şeklinin tek tanrıcılık (monoteizm) olduğunu savunmuştur. Bu çalışmalar ve tartışmalardan çıkan sonuç, önce tek tanrıcılık inancının hakim olduğu, bir takım sapmaların ise sonradan ortaya çıktığı noktasında merkezileşmiştir.
5- İslâm Bilginlerinin Görüşü
Hemen belirtmeliyiz ki, İslâm'a göre insanlığın ilk dini Allah'ın birliği esasına dayanan tevhid dinidir. Kâinatı yoktan var eden Allah, insanı da yaratarak ona gerekli emir ve yasakları yine insanlar arasından seçtiği peygamberleri vasıtasıyla bildirmiştir. Bir erkekle bir kadından yaratılan insanların (8) ilk atası Hz. Adem'e her şeyin ismi yine Allah tarafından öğretilmiştir. (9)
Hz. Adem, Cenab-ı Hak'tan aldığı vahiyleri çevresindeki insanlara tebliğ etmiş, onları ilâhî buyrukların doğrultusunda eğitmeğe çalışmıştır. Ancak zamanın geçmesiyle insanlar Allah'ın birliği inancından saparak, birtakım tabiî kuvvetlere, hatta kendi elleriyle yaptıkları putlara tapar hale gelmişlerdir. İnsanoğlunun tevhidi her terkedişinde Cenab-ı Hak onları irşad için peygamberler göndermiştir. Hz. Adem'den Hz. Muhammed (s.a.v)'e kadar gelen bütün peygamberler dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar insanları daima Allah'ın birliğine çağırmışlardır. (10)
Dinin doğuşu ve kaynağı konusunda İslâm evrim ve tekâmülü kabul etmez. O'na göre Yüce Allah, insanı yarattığı zaman ona gerekli olan en mükemmel dini de peygamberi vasıtasıyla göndermiştir. En güzel bir biçimde (11) ve inanma ihtiyacı doğrultusunda (12) yaratılan insan, fıtratındaki Allah'ı arama duygusu yanında başıboş bırakılmamış, her zaman ilâhî kitap ve peygamberlerle desteklenmiştir. (13) Cenab-ı Hak "... Biz bir rasul gönderinceye kadar hiçbir kimse ve kavme azab ediciler değiliz"(14) buyurarak, insanlara peygamber ve vahiy gönderilmesiyle ilgili konunun nasıl anlaşılması gerektiğine dikkatimizi çekmiştir.
Zamanın, şartların ve ihtiyaçların doğrultusunda gönderilen peygamberlerin bir kısmına yeni kitap verilmiş, bir kısmı da kendinden önceki peygamberlerin (15) yolunu izlemiştir. Cenab-ı Hak'kın son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'le gönderdiği son kitap Kur'an-ı Kerim'dir. Vahyin kaynağı bizzat Cenab-ı Hak olduğu için insanlık tarihi boyunca gönderilen suhuf ve kitapların orjinal mesajı hep bir olmuş tevhid çizgisinde kalmıştır. Bu bakımdan gayet net bir şekilde dinin doğuşundaki kaynağın ilâhî olduğunu söylemeliyiz. Yoksa bazı dinler tarihçisi ve sosyologların iddia ettikleri gibi ilkel din nazariyelerinden (naturizm, totemizm, animizm vb.) den politeizme (çok tanrıcılık) politeizmden de monoteizme (tek tanrıcılık) geçiş söz konusu değildir. Bir diğer açıdan konuyu araştırırsak, İslâm'ın kendi orjinal adını bizzat Kur'an-ı Kerim'den aldığını (16) görürüz.
Yahudi ve hristiyanların kitap ehli olduklarını açıklayan Kur'an-ı Kerim (17) bu iki dinin orjinal hallerindeki yapıları itibariyle hak din "İslâm" olduğunu vurgulamıştır.
Vahiy ve nübüvvet tarihen sabit olduğuna ve İslâm'a göre dinin doğuşunu bu iki ana kaynağa dayanarak açıkladıktan sonra, vahyin insanlara ulaşamaması durumunda dinin kaynağı nasıl algılanacaktır? Bu mevzudaki görüşler şöyle özetlenebilir:
1- Mutezile'ye göre akıl dinin esaslarını kesin olarak anlayabilir.
2- Eşari'ye göre insan aklı ancak ilâhî hitapları anlamak için bir vasıtadır. Vahiy ve nübüvvet olmaksızın akıl dini tam anlamıyla idrak edemez. Peygamber gönderilmediği takdirde, Allah'ın varlığını ve birliğini bilmek insan üzerine vacip olmaz.
3- Hanefi'lerin çoğunluğuna göre akıl kendi gücüyle Allah'ın varlığını da, O'nun kemal sıfatlarını da idrak edebilir; ancak dinî hükümleri anlamak için ilâhî hitaba muhtaçtır.
4- Maturidi'ye göre insanların, Allah'ın varlığını ve birliğini idrak için vahiy ve nübüvvete ihtiyaçları yoktur. (18) Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bütün İslâm mezheplerince din makul olmakla beraber, uyuşmazlık aklın tek başına bir kaynak olup olmamasıdır. (19) Büyük müfessir M. Hamdı Yazır da dinin doğuşunu şöyle açıklamaktadır:
Dinin iki kaynağı vardır. Biri fıtrat, biri kesb. Fıtrat sırf ilâhîdir. Allah'a ermek için hep Allah'a doğru bir içgüdü ifade eder. Kesb ise sübjektif olduğundan fıtrata muhalif davranışlara haksızlıklara insanı sürükleyebilir. Kişiyi bundan koruyacak ise ancak dindir. (20)

(1) Mircae Eliade (1907-1986), Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, (çev. M. Aydın), Ank., 1990, s. 41 vd.
(2) Bu metodu daha çok Almanya'da Wilhelm Schmidt (1868-1954) kullanmıştır.
(3) Baykan Sezer, Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, İst., 1981, s. 27.
(4) Esad, Tarih-i Edyân, İst, 1336.
(5) Hikmet Tanyu (1918-1992), İslâm Dininin Düşmanları ve Allah'a İnananlar, İst., 1989, s. 217vd.
(6) Esad, a. g. e., s. 28.
(7) Osman Pazarlı, a.g.e., s.88. Bir bakıma Din Duygusunun Gelişmesi'nin açıklandığı bu üç devir, "Din duygusu insanda nasıl doğmuştur?" sorusuna cevap aramaktadır. Üçüncü devreyi teşkil eden "En yüksek mefhumlar devri" ise tek tanrıcılık olarak nitelendirilmiştir. Bu dinleri tarihî süreçte tekâmül nazariyesi ile açıklamanın bir başka türüdür, İslâm'ın bunu kabul etmediği ilgili bölümlerde belirtilmiştir.
(8) Hucurât, 13.
(9) "Allah Adem'e bütün isimleri öğretmişti... "(Bakara, 31) Bu ayette Hz. Adem'e her birşeyin isminin öğretilmesinden maksat onlarla ilgili bilginin de öğretilmesi anlamına gelmektedir.
(10) Bkz. Ahzâb, 40; Saf, 6.
(11) "Biz hakikat insanı en güzel bir biçimde yarattık. "(Tîn, 4)
(12) "O halde Habibim, Sen yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (Rûm, 30)
(13)"... Hiçbir ümmet müstesna olmamak üzere mutlaka içinde bir korkutucu peygamber geçmiştir" (Fâtır, 24) Ayrıca bkz. R'ad, 7.
(14) İsrâ, 15. Bu, Kur'an'ın zihinlere farklı bir şekilde işlediği bir diğer ilkedir; çünkü ceza ve mükâfat Peygamber'in getirdiği mesaja göre belirlenmektedir. (Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, III, 89)
(15) Bkz. Bakara, 136; Nisa, 163.
(16)"... Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimeti tamamladım ve size din olarak Müslümanlığı verip hoşnud oldum..." (Mâide, 3)
(17) Bkz. Mâide, 46-48.
(18) A.H.Akseki, İslâm Dini, Ank., 1968, s.7 vd.
(19) Es'ad, a.g.e., s.26
(20) M.Hamdi Yazır (1878-1942) Hak Dini Kur'an Dili, İst., 1938, V, 3824.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dinin Doğuşu Hakkındaki Görüşler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Toplum Hayatında Dinin Rolü

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iLahiyat Forummum :: DİNLER TARİHİ :: İlahiyat Forummum |Diğer Dinler|-
Buraya geçin:  
EN SON PAYLAŞILAN KONULAR
Konu Yazan GöndermeTarihi
Perş. Ekim 11, 2012 2:53 pm
Çarş. Ağus. 03, 2011 5:22 am
Paz Tem. 31, 2011 5:04 am
C.tesi Tem. 30, 2011 11:57 pm
Çarş. Şub. 02, 2011 5:45 pm
Ptsi Nis. 13, 2009 10:40 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:34 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:21 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:11 am
Ptsi Nis. 13, 2009 10:03 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:59 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:30 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:27 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:25 am
Ptsi Nis. 13, 2009 9:23 am
nursungurnur@hotmail.com
Powered by phpBB © phpBB Group
Copyright © 2007 By Admin Tomurcuk & Administrator
©PhPBB
Yeni bir forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar