Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim, bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)
Efendiler Efendisi aleyhissalatü vesselam, sahih hadis kitaplarında geçen bu sözleriyle müslümanlar arasındaki uhuvvete dikkat çekmektedir.
Bu kısa hadis, müminler için birbirinden önemli prensipler içermektedir.
1. Öncelikle bu hadis, müslümanların kardeş olduğunu haber verir. Tıpkı Cenâb-ı Hakk’ın Hucûrât Süresinin 10. ayetinde buyurduğu gibi. Bu kardeşlik Hak katından belirlenmiş ve hem bu dünyayı hem de ahireti içine alan güçlü bir kardeşliktir. Bir yerde hakiki kardeşliğin din kardeşliği olduğunu vurgulayan Efendimiz, burada da çok net bir şekilde müslümanları kardeş ilan etmektedir.
Bir başka yerde Fahr-i Alem Efendimiz, “Müslümanlar olarak birbirimizi kıskanmamak, hakir görmemek, birbirimize zulüm ve buğz etmemek, sırt çevirmemek, yalan söylememek” buyurarak bu kardeşliğin gerekleri üzerinde durmuştur.
O halde kardeşliğin gereği ne ise yerine getirmek gerekmektedir. Müslümanların aralarında bir kısım haklar terettüp etmekte ve herkes bu haklara riayette çok dikkatli olmak durumundadır. Mesela, müslümanın kardeşi bir yakınını kaybetmişse, onun cenazesine iştirak edecek baş sağlığı dileyecektir. Hasta ise ziyaretine gidecek, ona moral verecek ve varsa bir ihtiyacı görecektir.
Bir hadiste şöyle nakledilir. Hazreti Musa’ya ötede Cenâb-ı Hak nidâ eder: “...Yâ Musa, Ben hasta oldum, Beni ziyarete gelmedin...”, “Hâşâ, Sen nasıl hasta olursun Yâ Râbbi” diye cevap verir Hazreti Musa. Cenâb-ı Hak, “Benim kulum hasta oldu ama sen onu ziyarete gitmedin. Hasta kardeşini ziyaret etmen, Beni ziyaret etmendir...” meâlinde cevap verir.
Yine, kardeşi selam verdiğinde selamını almak, hapşırdığında “Yarhamükallah” diyerek dua etmek, nasihat istediğinde nasihat etmek gibi daha pekçok hususlarda mü’minin üstüne düşenler olduğu gibi kendi için istediğini kardeşi için de isteyebilmek gibi bir erdemlik kendisinden istenir. Bu da gerçek sevgi ile olabilir ki, bir hadislerinde Fahr-i Alem:
“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız” buyurarak bu hususun önemini ifade etmişlerdir.
2. İkinci husus, bu kardeşliğin bir gereği olarak; müslüman, kardeşine zulmetmez, buyuruluyor. Yani, hakkına tecavüz etmez, onun canına, malına, namusuna asla el uzatmaz. Bu o kadar önemli bir mevzudur ki, Allah Rasûlü aleyhi ekmelüttahâyâ veda hutbesinde bunun üstüne basa basa “Müslümanların birbirlerine kanlarının, mallarının ve ırzlarının haram olduğunu” yani bu hususların korunma altında olduğunu bildirmiştir. Hiçbir müslüman bir diğer kardeşini bu hususlarda asla rencide edemez. Hakkına giremez. Hatta, haksız yere üzmek, tersleyip azarlamak suretiyle kalbini de kıramaz. Bir hadislerinde Efendimiz, “Eziyet veren, incitici bir bakışla bir müslümana işaret etmesi (bile), diğer müslüman için helâl olmaz” buyurarak işin ne kadar ince olduğunu haber vermektedir.
Evet, Efendimiz bir hadislerinde “müflis”i anlatırken, adeta ahirete dair bir manzarayı gözler önüne serer ve “Kişi, ötede namazından, orucundan, zekatından, haccından elde ettiği hasenatıyla, sevapları ile getirilir. Sonra, ona bağırmış, öbürüne küfretmiş, diğerine vurmuş, berikinin malını yemiş.. her birinin hakkını ödemek için kendi namazının, orucunun, zekatının, haccının sevabından hepsine verir. Borçlarını ödemeye çalışır. Nihayet yanındaki hasenatı biter de, borcu bitmez. Bu sefer, hakkına girdiği kimselerin günahlarını üzerine alır ve tepe taklak Cehennem’e yuvarlanır” buyururlar. “İşte, hakiki iflas sahibi budur” buyurulur. O halde, mü’min kimse kardeşinin can, mal, namus gibi ciddi değerlerine el uzatma bir tarafa haksız yere onu üzmeye bile çekinir.. çekinir de yaptığı haksızlıkların ötede karşısına çıkacağı endişesiyle tir tir titrer.
Hadiste devamla, müslüman kimse, müslüman kardeşini düşmana teslim etmez, buyuruluyor. Nasıl insan öz kardeşinin göz göre göre düşman tarafından teslim alınmasına, eza ve cefaya maruz kalmasına razı olamaz. Aynen öyle de, müslüman kardeşi için de aynı şekilde düşünüp ve hareket etmesi icap eder. Kardeşi eğer zalim kimselerin eline düşmüş ise, belalı insanlar ağına takımış ise, onu kurtarmanın bir yolunu bulur ve katiyyen onu başıboş bırakmaz. Taberânî, aynı hadise ziyade olarak “onu musibet ile başbaşa bırakmaz” şeklinde bir ifade rivayet eder. Bu ifade daha geneldir. Yani, kardeşinin başına gelen sıkıntı ne türden olursa olsun hep onun yanında olur. Efendimiz’in komşulukla alakalı ifade buyurdukları “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisleri bu konuyla tam bir paralellik arzetmektedir. Kardeşin, çile ve ızdırapta iken sen keyfemâyeşâ bir hayat süremez, gamsız gamsız dolaşamaz, hayatın kâmını çıkaramazsın. Onun derdine imkanın nisbetinde ortak olmalısın. Onu imtihanları, çile ve ızdırapları ile başbaşa bırakamaz, onu yalnızlığa terk edemezsin.
3. Hadiste, kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da asıl ihtiyaç anında, kıyamet günü onun bir ihtiyacını giderir, buyuruluyor. Bu insana müthiş bir motivasyon veriyor. Zira, verilecek mükafaat bu dünyada hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kadar kıymetli. Bu dünyada bile bir ağrıya müptela kimse, bir doktorun eliyle şifayâb olsa, o doktora karşı nasıl teşekkür edeceğini, ne ile mukabelede bulunacağını bilemez. Halbuki, bu dünyanın hiç bir müşkülü, ahirette hesap günü başa gelecek müşkülden daha büyük değildir.
Müslim’in rivayet ettiği bir hadislerinde Fahru’r-Rüsul Efendimiz, “Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır” buyurmuşlardır. Bu husus öyle lanse ediliyor ki, adeta müslümandan istenen, kardeşlerinin yardımında olmayı tabiatının bir parçası haline getirmesidir. Zira, bir başka hadislerinde Efendimiz, “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et” şeklinde tavsiyede bulunmuştur. Bunun üzerine, zalime nasıl yardım edileceği sorulunca, “Zulmüne engel olursun, bu da senin ona yaptığın bir yardımdır” buyurmuşlardır. Yani, her halükârda yardımdan dûr olmamalıdır. Tabii, bu engellemenin pek çok yolu olabilir. Nasihat ve güzel sözlerle onu yola getirme olabileceği gibi kınama ve azarlama ile de onu bu yoldan çevirmek mümkün olabilir.
Hadisin devamında yine aynı minvalde, kardeşinin bir sıkıntısını, gönlüne ağırlık veren bir derdini giderirse, Allah da onu gerçek sıkıntılarla boğuştu ahiret aleminde bir sıkıntısını giderir buyuruluyor. Bir öncekinde onun bir ihtiyacını gidermek vardı, burada da ondan bir sıkıntıyı kaldırmak var. Birbirini tamamlayan davranışlardır bunlar. İnsanlığın İftihar Tablosu bir yerde: “İki (müslüman) kardeş, iki el gibidir: Biri diğerini yıkar” derken bu iki hususa da işaret etmiş oluyor.
4. Hadisin son kısmında, kim bir mü’min kardeşinin ayıbını örterse kıyamette de insanın mahcup olacağı en dehşetli saatte, en dehşetli yerde Allah da onun ayıbını örter ve utanacağı bütün insanların önünde onu mahcup etmez. Bu ne büyük bir teklif... Bu sebepledir ki, Allah kimseye kimsenin ayıbını araştırma görevi vermemiştir. Hatta, bir Kutlu’nun ifadeleri içinde hatta “Allah kimseye birinin ayıbını ortaya çıkarmak için keramet vermez.” Allah Settâr’dır ve kullarının da başta kendi ayıpları olmak üzere kardeşlerinin ayıplarını örtmelerini emreder. Araştırma ile alakalı olarak iki tabiri iyi bellemek gerekir. Bunlardan birisi “tecessüs” diğeri “tehassüs”dür. Her ikisi de arama, araştırıp bulma gayreti gibi anlamlar içerir. Ancak, “tecessüs” ayıbı aramadır, menfi bir davranıştır ve Kur’an tarafından fertlere yasaklanmıştır. (Hucurât, 49/12) “Tehassüs” ise, bir müjdeli haber bulma, iyi bir şey yakalama adına yapılan araştırmadır, müsbettir ve dinen mahzuru yoktur. Hazreti Yakub, oğullarını Mısır’a geri gönderip Hazreti Yusuf ve kardeşi hakkında güzel bir haber alıp gelmelerini emrettiği yerde bu kelimeyi kullanmıştır. (Yusuf, 12/87)
Asrın dertlisi, bu hususla alakalı olarak, Kur’an ve hadislerin ışığında öyle bir ölçü veriyor ki, inanın insan düşündükçe bundan daha salim, daha zararsız bir yol bulamıyor. O şu minvalde nasihatlerde bulunuyor:
“Görseniz ki, bir dostunuz yanlış bir yerde veya yanlış birileri ile.. hüsn-ü zannı son sınırına kadar zorlayınız. Şayet bir haramı irtikap ediyor gördünüz. Arkanızı dönüp gidiniz ve Allah’a dua ediniz ki, Allah o kardeşinizi o yanlıştan kurtarsın. Bir daha da dönüp “bu o mu, değil mi” diye tekrar tekrar bakmayınız. Zira, ertesi gün o kardeşiniz, belki Allah’tan af diler, tevbesi kabul olur ve temizleniverir. Ama siz sürekli onu o halde hatırlayarak su-i zanda bulunursunuz. Belki de bunu kendinizde tutamaz, biriyle paylaşır, gıybete girersiniz...”
Evet, bu yol en salim yol görünüyor. İnsan birinin ayıbını örtmekle ona tevbe yolunda yardımcı olmuş olur. Eğer ayıbı o kişinin yüzüne vurur veya bir başkasıyla paylaşırsa ancak şeytana yardımcı olmuş olur. (Hakime intikal etmiş kamu hukukunu ihlal veya bir zulmü irtikap söz konusu yerde yapılacak şahidlik istisna edilmelidir.) Görülüyor ki, bu hadis, Kur’an’ın katî olarak yasakladığı gıybeti (Hucurât, 49/12) önleme ve uhuvveti muhafaza adına teşvik edici mühim bir hadistir.
Mevlam bizleri, bu nasihatlerden tam istifadeye muvaffak ve bu güzel sözlerin sahibi Efendiler Efendisi’ne layık ümmet eylesin...