Mirza Gulam Ahmet Kadiyânî (d. 1835 ya da 1839- ö. 1908) tarafindan Hindistan Pencap-Kadiyan'da XIX. yüzyilin sonlarina dogru kurulan dini hareket. Kiyamet'e dair haberler üzerine kurulan Kadiyânilik, Mirzaiye ve Kadiyaniye adlariyla da anilmakla birlikte hem kurucu ve baglilari, hem de resmi belgeleri esas alan arastirmacilarca Ahmediye adiyla anilir. Kendilerinin ayri bir din ya da mezhep üyesi gibi görülmesini istemeyen Kadiyânîler, hareketlerini ahmediye Hareketi olarak adlandirirlar. Bununla birlikte hareket Islam dünyasinda daha çok Kadiyanilik olarak taninmistir.
Gulam Ahmet, ögrenimini Kadiyan'da tamamladiktan sonra bir süre Sialkot'ta, bölge mahkemesinde memur olarak çalisti (1864-1968). Hristiyan papazlar, Hindular ve Müslümanlarla siki bir iliski içinde geçen dört yillik memuriyet hayati, Gulam Ahmet'in düsüncelerinin olusumu açisindan büyük önem tasir. Mirza Gulam Ahmet, adini ilk kez Hindu ve Hristiyanlarin Müslümanlara saldirilarini yogunlastirdigi bir dönemde Kadiyan'da, yerel gazetelerde Islam'i savunan yazilariyla duyurdu (1877-1878). Basarisiz bir ayaklanma (Sipahi Ayaklanmasi, 1857) nedeniyle Ingilizler tarafindan feci sekilde ezilen ve Ingilizlerden Müslümanlarin öcünü alacak bir "Vadolunmus Mesih" (el-Mesihu'l-Mev'ud) ve "Beklenen Mehdi" (el-Mehdiyu'l-Muntazar) düsüncesine kaptiran müslüman kitle, Mirza Gulam'a büyük ilgi gösterdi. Bu ilgiyi iyi degerlendiren Mirza Gulam, ilk cildini 1880 yilinda yayinladigi Berâhin-i Ahmediye adli eserinin ilk iki cildinde bir yandan Islam'i savunurken, bir yandan da kendisinin ilham, kerâmet ve kehanetlerinden söz ediyor ve bir "müceddid" oldugunu ima ediyordu. Eserinin üçüncü ve dördüncü ciltlerinde ise vahyin kesilmedigini, Hz. Peygamber'e tam olarak uyan birisinin onun dis ve iç (zahir ve batin) bütün bilgileriyle donanacagini öne sürüyor, sezgiye dayanan bilgilerinin Hz. Peygamber'in bilgisini andirdigini söylüyor, bu yolla pek çok vahiy aldigini iddia ediyordu. Bu iddialarinin ve düsüncelerinin tepki çekmemesinden cesaret alarak kendisinin H. XIV. yüzyilin müceddidi olarak Islâm'i yenilemek üzere gönderildigini ilan etti (1885). Mirza Gulam Ahmet, kendisini müceddid ilan ettikten bir süre sonra taraftarlarindan bey'at alarak müslümanlardan ayri bir cemaat olusturdu (1888). On madde halinde açiklanan bey'at sartlarina göre Mirza Gulam'a bey'at eden kimse sirkten ve her türlü büyük günahtan sakinacak, namazlarini, hatta gece namazini (teheccüd) aksatmadan kilacak, bütün insanlara iyi davranacak, her durumda Allah'a bagli kalarak kendini O'na adayacak, Kur'ân'in gösterdigi yolda yürüyecek, Islâm'a bagliliga her seyden çok deger verecek, dinini dünyanin üstünde tutacak ve kendisini her konuda Mirza Gulam'a baglayarak ölünceye kadar ona itaat edecekti. Bir süre sonra Mirza Gulam Ahmet, Kadiyânîlik'in temel düsüncelerinden birisini olusturacak olan kendisine iliskin iddialarini genisletti ve buna bagli düsüncelerini gelistirdi (1891). Buna göre Hz. Isa çarmiha gerilince ölmemis, öldügü sanilarak birakildigi magara biçimindeki mezarinda kendisine gelerek yaralarini "merhem-i Isa" denilen bir ilaçla iyilestirmis ve Incil'i ögretmek için Kesmir'e gelmistir. Burada yüzyirmi yasinda vefat eden Hz. Isa, Srinagar'da gömülmüstür. Bu nedenle, Kiyamet öncesinde gelmesi beklenen Mesih, Hz. Isa degil, Hz. Muhammed'in ümmetinden yaratilis bakimindan ona çok benzeyen birisi olacaktir. Müslümanlarin bekledigi Mehdî de ayri bir kisi olmayacak, Mesih'le ayni kisi olacaktir. Bu kisi de Mirza Gulam Ahmet'ten baskasi degildir. Mesih ve Mehdi olan Mirza Gulam, hem Hz. Isa'nin, hem de Hz. Muhammed'in ruhsal gücünü tasimaktadir. Bu nedenle barisçidir, cihadini kiliçla degil propaganda ile yapacak ve böylece Islâm'i yayacaktir. Bu asamadan sonra Mirza Gulam, iddiasina yeni bir boyut daha katarak kendisinin nebî ve resûl oldugunu iddia etti (1902). Ne var ki bu nebîlik ve resûllük mecâzî anlamda anlasilmalidir. Çünkü kendisi yeni bir din ve seriat getirmemektedir. Bir kaç yil sonra da Mirza Gulam mesihlik, mehdilik, nebîlik ve resûllük niteliklerine Krisnalik niteligini de ekleyerek kendisinin ayni zamanda Hindularin bekledigi Krisna oldugunu açikladi (1904). Bu tutumu ile Hindistan'da bulunan tüm dinleri birlestirme düsüncesine sahip oldugu söylenebilirse de bunda basarisiz oldugu görülecektir. Halkin egilim ve beklentilerini iyi degerlendirerek düsüncelerini bu dogrultuda gelistiren ve bu nedenle birtakim insanlarin kendisine baglanmasini saglayan Mirza Gulam Ahmet'in ani ölümünden sonra hareketin basina Hakim Nureddin getirildi. Bu sirada hareket içinde görüs ayriliklari belirmekle birlikte Hakim, bir parçalanmaya imkân tanimadi. Ortaya çikan iki görüsten birine göre, Mirza Gulam'in nebîligini tanimayan müslümanlar kâfir sayilmalidir; diger görüs ise müslümanlarin tekfirine siddetle karsi çikiyordu. Görüs ayriliklarinin giderek derinlesmesi ve Hakim Nureddin'in de ölümü üzerine Kadiyânîler Lahor ve Kadiyân kolu halinde ikiye ayrildilar. Kadiyân kolu kendisine "Mesih'in Ikinci Halîfesi" ünvaniyla Mirza Gulam Ahmet'in oglu Mirza Besirüddin Mahmud Ahmet'i (d. 1889-ö. 1965) baskan seçti. Mahmud Ahmet, babasinin kâmil bir nebî oldugunu, ancak onun nebîliginin Hz. Peygamber'in Hatemü'l-enbiya olusunu zedelemeyecegini öne sürdü. Merkezi 1947 yilinda Kadiyân'dan Rabva'ya tasinan bu kolun basinda simdi Mirza Nasir Ahmet (d. 1909) bulunmaktadir. Kadiyânîlik'in Lahor kolu ise Hakim Nureddin'in ölümünden kisa bir süre sonra Lahor'a yerleserek Mevlana Muhammed Ali'nin önderliginde Ahmediye Encümen-i Isa'at-i Islâm adli bir örgüt kurarak çalismalarini sürdürdü. Lahor kolu Mirza Gulam Ahmet'in nebîlik iddialarini reddetti; mesihlik ve mehdilik iddiasi üzerinde de hemen hiç durmadi. Bu kol, özellikle kültürel çalismalariyla Afrika ve Avrupa'da Islâm'in yayilmasina önemli katkilari oldu. Lahor kolunun basinda halen Mevlana Sadreddin bulunmaktadir (d. 1881).
Kadiyânîlik'in temel görüsleri, Mirza Gulam Ahmet'in mesihlik, mehdilik, nebilik gibi iddialari çevresinde toplanir. Bu iddialar, kendi baglilarinin bile ancak bir bölümünce kabul görebilmistir. Iman esaslarina iliskin görüsleri Es'ari ve Maturidi kelâmcilarinin görüslerinden bir ayrilik tasimaz. Onlara göre iman, Kur'ân'da kullanildigi gibi Allah'in birligini dil ile ikrar ya da kalb ile tasdik etmek, Hz. Muhammed'in getirdigi hakikatlere saglam bir sekilde inanmak veya hayirli amellerde bulunmak, kabul edilen esaslari hayata tatbik etmek yahut bu üçünün birligine isaret eden inançtir. Amentüde ifade edilen iman esaslari aynen kabul edilir. Islâm'in sartlari konusunda da tamamen Hanefi mezhebine uyarlar. Lahor kolu, fikih alaninda farkli olarak ictihad kapisinin sürekli açik oldugu görüsünü benimsemistir. Sünnî mezheplerle en önemli ayrilik konularindan birisini cihad konusundaki düsünceleri olusturur. Buna göre kiliçla cihad devri geçmistir. Islâm'in yayilmasi için cihad kalem ve dua ile yapilmalidir. Bu konudaki tutumlari Ingilizlerin önemli ölçüde islerine yaramis, bagimsizlik mücadelesi veren müslümanlarin ise zararina olmustur.
Kadiyânîlik'in Lahor kolu, Mirza Gulam Ahmet'in nebîlik iddialarini siddetle elestirmesi ve Islâm disi görüslere iltifat etmemesi nedeniyle Islâm sinirlari içinde kalan bir hareket olarak degerlendirilmelidir. Bu kolun düsünceleri için, ilk liderlerinden Mevlana Muhammed Ali'nin, Naciye Hamdi Akseki tarafindan Türkçe'ye çevrilen ve Ahmet Hamdi Akseki'nin notlariyla zenginlestirilerek Islam Dini adiyla iki cilt halinde basilan (Istanbul 1942-1946) eserine bakilabilir). Buna karsilik Kadiyân kolu, ibadet konusundaki titizliklerine ragmen nübüvvet konusundaki inançlari nedeniyle Islâm disi bir çizgiye düsmüstür. Nitekim bu nedenle Kadiyânîlik Pakistan'da parlamentonun aldigi bir kararla (7 Eylül 1974) "Islâm disi azinlik" ilan edilmistir.
Kadiyânîler 1913 yilindan baslayarak Avrupa'da çesitli misyonlar kurdular. Ingiltere, Hollanda, Bati Almanya, Danimarka, ispanya ve Isviçre'de, daha sonra Güney Amerika ve Birlesik Devletler'de, Asya ve Pasifik adalarinda ve özellikle Afrika'nin hemen her bölgesinde çalismalarini sürdüren oldukça etkili misyonlari vardir. Bugün dünyada iki-on milyon arasinda Kadiyâni oldugu sanilmaktadir.