1925 yılında Samaç’ta(*) dünyaya gelen Aliya, babasının Saraybosna’ya taşınmasıyla beraber, artık doğduğu şehirden ziyade -kendisinin de deyimiyle “Saraybosnalı’yım”- kimliği ön plana çıkmıştır.
Gençlik yıllarından itibaren siyasetle ilgilenmiştir. Henüz 16 yaşındayken, yani II. Dünya Savaşı sırasında “Genç Müslümanlar Örgütü”ne üye oldu. Bundan dolayı da savaştan sonra hapsedildi. 1949 yılında beş yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Hapisten çıktıktan sonra, hukuk, sanat ve bilim konularında eğitim gördü. Bu esnada bir inşaat şirketinde işe girdi. “Genç Müslümanlar” teşkilatında aldıkları karar doğrultusunda, dinî eğitim almaya başlayan Aliya İzzetbegoviç, Yugoslavya’da yayınlanan birçok dergi ve gazetenin yanısıra, İslam dünyasında da yazılar neşretti.
Bütün dünyada büyük bir yankı uyandıran en önemli eserleri 1970 yılında kaleme aldığı “İslam Bildirisi” (manifestosu) ile 1980 yılında tamamladığı “Doğu ile Batı Arasında İslam” adlı kitaplarıdır.
“İslam Bildirisi” kitabı delil gösterilerek 1983 yılında tutuklanarak 14 yıl hapse çarptırıldı. Önce 12, arkasından 9 yıla indirilen cezası, sonradan, yaptığının hatalı olduğunu söylemesi neticesinde çıkarılacağı ifade edilmesine rağmen bu teklifi şiddetle reddetti. Daha sonra uluslar arası baskının da etkisiyle affedildi. 1989 ylında hapisten çıktı.
Henüz hapisteyken komünist bloğun dağılacağını ifade eden Aliya, yakın arkadaşlarıyla beraber bu durumun kritiğini yaptı. Nitekim çıktıktan bir müddet sonra 1990 yılında bir sanatçı arkadaşının ismini koyduğu “Demokratik Hareket Partisi - Stranka Demokratske Akcije” SDA’yı kurdular. Oybirliği ile ilk başkanı seçilen Aliya, ölünceye dek genel başkan olarak kaldı.
Kitabını hazırlayan Alev Erkilet Hanıma: “Sizi en çok hangi yönü etkiledi?” diye sorulduğunda, o: “Beş yüz sayfanın her satırı... Bu kadar ceza, ayrımcılık ve katliam yaşadığı halde, kalbi asla katılaşmamış bir insandı, beni en çok bu insan yanı etkilemiştir.” diyerek insanî ve İslamî hoşgörüsünü ifade etmekte.
Cemalettin Latiç ise: “Her zaman göğsünü gere gere, İslamcı olarak gördüğünü ve bu yüzden hapiste yattığını söylerken, o, ayağında prangalar taş kırdı, ama bir gün olsun ideallerinden kaygılanmadı.” Aliya, dostlarına şunları söylüyordu: “Bağımsız bir Bosna devleti kuruldu, zalimler devrildi. Çok yaşadım ve yoruldum. Şimdi sevgilime kavuşmak istiyorum.” derken dünyada yapacaklarını yaptığını ifade ediyor.
Fransız aydını Henry Levi’nin deyimiyle: “Avrupa Bosna’da öldü.” Yani Avrupa’yı Bosna’da öldürürken Aliya şöyle diyor: “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa, onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
“Hayat kısa değil, ben onu uzun buluyorum.” diyen, İslam dünyası için bir model lider olan Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, 78 yaşında 19 Ekim Pazar günü Hakk’a yürüdü.
Büyük bir değerini kaybeden İslam dünyasının başı sağolsun.
Entellektüel bir liderdi
Cesaret ve kararlılığıyla hemen herkesin dikkatini üzerinde toplayan İzzetbegoviç, fikri ile fizikini hiç bir zaman ayırmadan yaşadı. İnce siyasetiyle bir ulusun imhasını önleyen Aliya, gittiği bütün toplantılarda halkını düşünerek hareket etti. Budapeşte’deki bir toplantıda kadeh kaldırmayan tek lider oydu. Cidde’de yapılan bir toplantı sonunda Kabe’ye giden Aliya, iki rekat namaz kıldıktan sonra şöyle dua eder: “Allah’ım, lütfen kendi merkezlerinden çok uzakta yaşayan halkıma, çektikleri acılarda ve yalnızlıklarında yardım et.”
Evet, o genç yaşta başlattığı mücadelesini, asimile edilmek istenen milletini, İslam kültürüyle ayağa kaldırmaya çalıştı. Riske girmeyi hayatının bir parçası gördü.
Dinî terbiyesini, önce ailesinden, özellikle de annesinden alan Aliya, mahalle camisindeki sabah namazlarını ve hocanın okuduğu Rahman suresini unutamadığını söylemekte. Daha sonra Ali Mütevellic’in yazdığı “İslam Işığında” adlı eseri ile Osman Nuri Haciç’in “Hz. Muhammed ve Kur’an” isimli eserlerin İslam’ı anlamasında çok rolünün olduğunu ifade etmekte.
Bosnalı Müslümanlar olarak çok baskı gördüklerini ifade eden Aliya İzzetbegoviç, bu yüzden yeterli dinî eğitim alamadıklarını söylemekte. “Ben, İslam’ı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el-Benna ve Fazlurrahman gibi alimlerin kitaplarından öğrendim.” demekte.
Maziyi iyi bilen, geleceğe ümitle bakan, hali iyi değerlendiren kültürlü bir Müslüman lider olan Aliya İzzetbegoviç örnek bir kişiliğe sahipti.
Aliya’nın kişiliğinden kesitler
Aliya, riya olur veya üzerine gösteri gölgesi düşer korkusuyla cuma namazını hangi camide kılacağını en son ana kadar gizli tutardı. Gideceği camiyi, oğluna ve korumalarına, arabaya bindikten sonra söylerdi.
Dini istismardan çok korkardı...
Savaşa rağmen, cuma namazında Gazi Hüsrev Bey Camii tıklım tıklım doluydu. Hocaefendi hutbedeyken, oğlu ve iki korumasıyla camiye giren Aliya İzzetbegoviç’e yer ayırarak öne geçmesini teklif ettiler, diğer taraftan da hoca hutbeyi durdurdu. Bu durum karşısında Aliya, “Burası Allah’ın evidir. Burada farklılık olmaz. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır Herkes bulduğu yere oturur. Ben, burada oturacağım. Bilmiyoruz, belki hepimiz çiğnenecek, öleceğiz; amma, İslam’ı inşaallah çiğnetmeyeceğiz... Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın.” demişti. Aliya’nın bu tavrından dolayı bütün cemaat duygulanmıştı.
Emeklilik maaşıyla geçinen Aliya, geride kalanlara servet olarak mal-mülkten ziyade, hürriyet bırakan bir lider olarak dünyadan ayrıldı.
O, en zor şartlarda dahi, adalet ve hoşgörüyü elden bırakmadı. Kimseden nefret etmediğini söyleyen Aliya, şöyle diyor: “Bizler özgürlük için mücadele eden, kimseden nefret etmeyen bir halkız. Kısmen cesaretimiz, kısmen de bilgeliğimiz ve iyiliğe yönelmemiz suretiyle amacımıza ulaşmak isteyen insanlarız. İnsanlara karşı nefret hissetmiyorum. İnanın bana, tüm bu acı tecrübelerden sonra dahi, insanlardan nefret etmiyorum. Herşeyin güzel neticeleneceğine ve bu cehennemden bir çıkış olduğuna dair ümit etmemi sağlayan şey budur işte.”
Görüldüğü gibi en zor şartlarda dahi, ümidini kaybetmeyen, etrafına pozitif enerji vermeye çalışan bir kişiliğe sahip olduğu gibi, hiçbir zaman da kin tutmamıştır. Arkadaşlarına “geçmişi unutmayın, ama geçmişte yaşamayın” derken çok çalışmaları gerektiğini ifade etmekte. Ahlakın üstünlüğünü ve tesisini sağlamak için çalışan Aliya, entrikayı sevmediği gibi, açık ve şeffaf olmaya azamî derecede gayret eder ve hesap vermekten hiç çekinmezdi. Makam ve mevkî, onun için inanç ve ideallerini gerçekleştirme yolunda bir amaç değil, bir araçtı.
Mütevazı, ama onurlu bir kişiliği vardı. Eleştiriye açıktı. Hayatı boyunca, Allah’a ve İslam’a göre şekillenen şahsiyetiyle, kendine olan güveniyle hep dik durmuştu. Gençlerin önünü açmak için, huzur içinde makamını genç kadrolara bıraktı ve onlara tecrübeleriyle yardımcı olmaya çalıştı. Ne asil, ne erdemli anlayış ve davranış.
Hayatını özgürlük ve ülkesinin bağımsızlığına adayan Bilge Kral şöyle diyor:
“Ben, her zaman ülkemi sevdim ve severim. Fakat, otorite söz konusu olunca hiçbir otoriteyi, hiçbir zaman sevmem. Otoriteye sadece riayet edebilirim. Çünkü ben, bütün sevgimi özgürlüğe adadım.”
“Evet ilerlemiş yaşıma rağmen, inanıyorum ki, halkımın özgürlüğe ve kurtuluşa ulaştığını görecek kadar yaşayacağım. Ya da daha doğrusu, bunu görecek kadar yaşamayı diliyorum. Çok mu bencilce bir istek bu? Belki de öyle, ancak size hayatım ve ölümüm hakkında hiç de takıntılı olmadığımı söylediğimde bana inanmalısınız. 70 yaşındayım ve daha uzun bir yol var önümüzde. Bireyler ölür, halklar yaşar. Mücadeleler bana bağlı değil. Önemli olan da bu. Sancağı binlerce insan taşıyor. Bunu sürdürecekler.”
Dünyada istediğine ulaşan Boşnaklar’ın “Dede”sine Allah’tan rahmet, geride bıraktığı bağımsız Bosna-Hersek devletine de nihayetsiz ömür diliyorum.