Edebiyat Âleminin parlak yıldızı
BÂKi
Bâki Osmanlı medeniyetinin bütün dünyayı ihtişam güneşiyle aydınlattığı 16.asırda yükselen Dâvudî bir sestir. Öyle bir ses ki, aradan dört asır geçmesine rağmen âhenginden ve gürlüğünden hiçbirşey kaybetmeden günümüze kadar ulaşmıştır. O bu kubbede hoş şada bırakarak ebediyete göçmüş büyüklerimizdendir. Şöyle der Bakî:
"Âvâzeyi bu âleme Dâvud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş şada imiş"
Bakî, hayatı boyunca gösterdiği gayretlerle gelecek nesillere örnek olmuştur.
1526 yılında İstanbul'da fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bakî, fakirliğin çalışmaya ve yükselmeye mani bir hal olmadığını hayatıyla isbat etmiştir. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendidir. Babası küçük Mahmud Abdülbâki'yi ailedeki geçim sıkıntısı yüzünden saraç çıraklığına vermiştir. Fakat geleceğin Bâki'si ilim tahsili aşkını bir türlü kalbinden söküp atamamıştır. Bir müddet ailesinden gizli olarak Fatih medresesine devam etmiş ve hocalarının güzide talebesi olma başarısını göstermiştir. Daha sonra mesele anlaşılınca ailesi okumasına izin vermiş, Abdülbaki de yeni bir şevkle tahsiline devam etmiştir.
Devrin meşhur müderrislerinden Karamanlı Ahmed ve Mehmed Efendilerin ilminden istifade eden Baki, 1552'den itibaren de Süleymaniye Müderrisi Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendi'nin derslerine başlamıştır.
Bir taraftan ilim tahsil ederken diğer taraftan da şiirle uğraşan Bakî, henüz 19 yaşındayken İstanbul'da genç şairler arasında şöhret kazanmış bulunmaktaydı. Öyle ki devrin ve edebiyatımızın meşhur şairlerinden Zatî, her fırsatta bu genç şairi övmektedir. Hatta Baki'nin bir şiirini genişleterek gazel haline getirmiş ve divanına almıştır. Bunu kınayanlara karşı şöyle diyordu Zatî:
"Bakî gibi bir şâirin şiirini almak ayıp değildir".
Kanunî Sultan Süleyman'ın hususi iltifatını da gören Bakî, Padişanla sık sık sohbet etme imkanını da bulmuş ve "Muhibbi" mahlasıyla şiirler yazan padişahın gazel ve kasidelerine nazireler yazmıştır.
Henüz hayattayken "Sultanüş'şuâra" sıfatına layık görülen Bakî, II.Selim ve III.Murad devirlerinde de büyük alâka görmüş ilim ve san'at adamıdır.
Tahsilini tamamladıktan sonra Devlet hizmetinde çeşitli kademelerde vazife yapmış olan Baki'nin, hayatının iniş ve çıkışlarla dolu bu safhasına kısaca göz atalım:
1555'te Halep kadılığına tayin olunan hocası Şemseddin Ahmed efendiyle birlikte Halep'e gitti ve 1559'da hocasıyla birlikte İstanbul'a döndü. 1561'de danişmend oldu. Daha sonra Silivri Pîri Paşa medresesine, oradan da Murad Paşa medresesine tayin oldu. 1569'da Mahmud Paşa, 1571'de Eyyub, 1573'de Sahn, 1575'de Süleymaniye müderrisliği yaptı.
Baki'nin müderrislikten sonra kadılık hayatı başlar. Sırasıyla Mekke, Medine, İstanbul kadılığına tayin edildi. 1585'te Anadolu, 1591'de de Rumeli Kazaskeri oldu.
1600 yılında İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşan Baki memuriyet hayatı boyunca da başarılı bir şekilde hizmet vermiştir.
San'atı ve şahsiyeti
Baki, sadece 16.Asrın değil bütün asırların mümtaz san'atkârları arasında yer almıştır. Geniş bir ilme ve ebedî kültüre sahip olan Bakî ince bir zevkle, hassasiyetle seçtiği kelimelerle nazmı mücevher gibi işlemiş ve nazım diline yeni bir ahenk, yeni bir akıcılık getirmiş, nazım tekniğini mükemmelleştirmiştir. Kusursuz bir şekil güzelliği taşıyan şiirleri aynı zamanda kulakta hoş tesirler bırakan cazip musikisiyle de edebiyatımızda ayrı bir yer tutmaktadır.
Bakî çok yazmaktan ziyade "iyi" yazmaya dikkat etmiş, san'ata saygı göstererek söylediğini mükemmel söylemek istemiştir. Şöyle diyordu Bakî:
"Çoğ olmaz bu tarza gazel Bâkiyâ
Güzel söz güherdür güher az olur."
Kibar, zarif tabiatlı Bakî, devrinde dilden dile dolaşan şiirleriyle, sadece İstanbul'da değil Anadolu'nun pek çok yerlerinde tanınıp seviliyordu. Fakat o "sultanu'ş-şuâra" tacı başına konulmasına rağmen asla tevazuu elden bırakmıyordu. O gururun insanları perişan eden nefis aldatması olduğunu biliyor ve bunu şöyle ifade ediyordu:
"Saltanat tacın giyen âlemde mağrur olmasun
Nice sultan börkin almışdur begüm bâd-ı hazan"
(Beyim! Bu dünyada saltanat tacı giyenler asla mağrur olmasın! Çünkü hazan rüzgarı nice sultan başlığını ve başını alıp götürmüştür.)
Tevazuu yanında ciddiyetin de insana mükemmellik kazandıran değerlerden olduğunu bilir ve bunu hayatına tatbik der.
Bakî şöyle demektedir:
Boş eğmezüz edâniye dünyâyı dûn içün
Allahadır tevekkülümüz itimâdımız
Biz müttekâyı zerkeş-i câhe dayanmazız
Hakkın kemâl-i lutfunadır istinadımız
Zühd ü salâha eylemezüz iltica hele
Tutdu eğerçi âlem-i kevn'i fesadımız
Minnet Hudâya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalur sahife-i âlemde adımız"
Hakkın lutfuna dayanan ve sadece Hakka minnet etmeyi prensip edinen Baki bu prensibi yüzündendir ki hayatta muvaffak olmuştur.
Şair Baki'nin sanatının en güzel örneklerinden birisi de, Padişah'ın vefatı üzerine kaleme aldığı "Kanuni Sultan Süleyman Mersiyesi'dir. Mersiyenin en güzel kısımlarından olan altıncı bendinde şöyle demektedir Bakî:
Tiğın içürdi düşmene zahm-i zebanları
Bahs etmez oldı kimse kesildi lisanları
Gördi nihâl-i serv-i serefrâz-ı nîzeni
Serkeşlik adın anmadı bir dahi banları
Her kande bassa pâyı semendün nisâr içün
Hanlar yolunda cümle revân etdi kanlan
Deşt-i fenada mürg-i hevâ durmayub döner
Tigın Huda yolunda sebil etdi canları
Şemşir gibi rûyı zemine taraf taraf
Saldun demir kuşaklı cihan pehlivanları
Aldun hezâr bütgedeyi mescid eyledün
Nâkûs yerlerinde okutdun ezanları"
Eserleri
Baki'nin başlıca eserleri şunlardır:
Divan: Devrinde çok miktarda istinsah edilip Osmanlı topraklarına yayılmış olan divanında 4508 beyit bulunmaktadır.
Faza'il-cihad: Müslümanları cihada teşvik eden bu eseri, Ahmed b.İbrahim'in eserinden tercüme etmiştir.
Hadîs-i erbain tercümesi: Şihâbeddin Ahmet b.Hatib el Kastalani'nin eserini esas tutarak yazmış olduğu siyer-i nebi.
Fazâ'il-i Mekke: 16.Asır müelliflerinden Kutbeddin Muhammed b.Ahmed'in eserinin tercümesidir.
Vefatında cenaze namazı Fatih'te, şeyhülislam Sun'ullah Efendi tarafından kıldırılan Baki, sanki mümtaz insanların başına gelen akıbeti görür gibi söylediği şu beyt, yine şeyhülislam tarafından tabutunun başında okunmuştur:
"Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bakî
Durup el bağlayalar kurşuna yaran saf saf
Kalabalık bir cemaatın iştirakiyle kılınan cenaze namazından sonra, Edirnekapı dışında, Eyüpsultana giden yol üstünde Lâliefendi çeşmesi yakınında bulunan mezarlığa defnedilmiştir.